10 Eylül 2013 Salı

İsmini Bilmediğim Canlılar


İnsana aşırı derecede benzemesiyle tanınmaya başlandı bu türler. Yürüyebiliyor, koşabiliyor, görebiliyor, duyabiliyor ancak düşünemiyorlar. Aralarında uzak mesafelerde olsa birbirleriyle hemen haberleşebiliyorlar. Daha çok emir altında görev yapıp, insanoğlu tarafından katil olarak biliniyorlar. Kafalarında kask, ellerinde jop olduğu söyleniyor ne kadar doğru tartışılır tabi. Bir de kimyasal silahları var, insanın o an onları öyle görmesi gözleri yaşartıyor.

Yeni bi canlı türü olmalarına rağmen gazeteler pek yer vermiyor kendilerine, hayatlarını yeme, içme ve katletme hareketleriyle sürdüren omurgasız bu türler, sanki bir bilgisayar oyunundaymış gibi görüyor hayatı. Onları seven canlılar da var ama aynı türün rengi değişen cinsi. Genelde onlar yeşil ve yeşilin tonlarna hizmet ettikleri için gün geçtikçe midenizi bulandırmak istemeyeceğim yeşile bürünüyorlar. Tamamen kamufle olmak için hepsi.

Yeri geliyor, aralarından bir iki tanesi eline taş alıp arkadaşlarını taşlıyor, bazen molotof atıyor biri diğerine, yangın söndürme tatbikatı da değil ama anlayamıyoruz ve onlar da anlatamıyorlar. İşte bu bahsettiğim olaylar olurken televizyonda, nesli tükenmek üzere olan bir canlının belgeselinden sonra canlı yayında görünüyorlar. Ama ortada bi gariplik söz konusu, asıl rengi yeşil olanlar birden devrimin rengi kızıla bürünmüş oluyor. Garip bir duygu olsa da onların çiftleşmeye yönelik birbirlerine yaptıkları kur anlamında olduğunu öğreniyoruz sonrasında.

Genelde bunlardan Türkiye'nin heryerinde bulunuyor. Bazıları yanlış üretim olsa gerek bizim gibi düşünebiliyor. Simit satsam? diye aklına soru işaretleri oluşanlar bile var. Bu bile yetiyor çoğu zaman.

Ben açıkcası bunların ismini bilmiyorum. Ancak tekrar okuduğumda sanki birilerine benziyor gibi ama neyse artık. Ahmet'ler, Ethem'ler, Ali İsmail'ler işin gerçek yüzünü iyi biliyor. Onları gördüğünüzde yüzlerine hırs ve öfkeyle bakabilirsiniz. Bu yurtsever olmanın en doğal hakkıdır.

Kızıl'ın hırslı rengi hep hayatınızda olsun. Hoşçakalın ve yine de unutmayın bütün renkler güzeldir.
A.C.A.B

14 Temmuz 2013 Pazar

Kitap Öyle Derse İmam Ne Yapsın?

Ben bir insanım ve insanlığın beynimde yarattığı doğrularla hareket etmeyi severim.İnsanlara saygı duymak bana herhangi bir kitaptan veya çevremden öğretilmedi. Ya da nasıl davranacağımı bilmek için yıllarca kendimi bir yere kapatmadım, insanlığın özündeki bilgiye dayanarak yaptım ne yaptıysam.

Bu ön yazıdan sonrasında ise asıl diyeceklerim var benim, aslında yine bir nevi isyan niteliğinde belki ama yazma gereği duyuyorum. İnsanların kulluk görevinin nasıl yerine getirdiğine dair kendi fikirlerimle sizi başbaşa bırakıyorum.

İnsanoğlu, bugüne kadar olduğu yerde sürekli olarak başkalarının fikirleri ve onlara emrettikleri düşünceleriyle hareket etti. Yani kula kulluk etmek ne demekmiş hep bunu gördük etrafımızda. Sen, memur oldun ve bu benim sayemde, seni nasıl o koltuğa otutturduysam kaldıracak güç benim ellerimde. Sen, seçim zamanı partimizin bayraklarını as, tanıtım grubunda yer al, seçim sonrasında da senin için bir şeyler düşünelim. Sen, hastanede danışman olarak boş yer var ancak önce bunu haketmelisin. Hey sen öğrenci kardeşim, inşallah takıntısız mezun olursun, yurda yerleşmek istersen yardımcı olalım veya bir yurt bulana kadar bizim evlerimizde misafir olabilirsin, nasıl olsa sonrasında çok kez kullanacağız seni. Polis mi olmak istiyorsun? peki bunu sohbette sonra Emrah abinle görüştün mü? Bilgilerini bir bırak bakalım hayırlısıysa olur senin o işin. Kapından içeri giren ve yardım isteyen insanları boş çevirme, çünkü onlar yarın senin için fazlasıyla ilgilenecekler. O elindeki ne? kitap mı? Neden okuyorsun bunu, zamanını kaybetme biz anlatalım sana gerçekleri. Kendini camilerde göster, sohbetlere katıl, gazetemize abone olmakla başla. Önce bize kul ol, biz de yaradana bağlıyız zaten.

Şimdi ne yapsın bu insanlar? Kime kulluk etsinler? anlamış değilim. İnandığımız kitap bile, ibadet edersen, dediklerimi yaparsan, sana buyurduğumuz şeyleri gerçekleştirirsen cennete gidersin diye emrederken. İnsanlardan ziyade müslümanlığın özünde bunlar yer alırken biz kiminle kavga edelim? İnsanlara bunu nasıl açıklayalım anlamış değilim. Biz mi çok yanlış düşünüyoruz, yoksa gerçekten ortada çok yanlış olan şeyler var da insanlar mı göremiyor, bilmiyorum.

Biz, özgürlüğümüz düşkün insanlar olarak diğerlerinden nasıl bi farkımız var, hepimiz eşitiz. Onları savunuyoruz suçlu oluyoruz.

Bilemedim.

11 Temmuz 2013 Perşembe

Merak Etme Ali Yoldaş

Senin verdiğin kavgada haklı davanı biliyoruz. Kimimiz seninle birlikte yanyanaydık, kimimiz ise senden uzakta başka bir direnişteydi. Hepimizin amacı bir, yapmak istediği şey tekti; eşit, yaşanabilir, güzel bir ülke. Biz bunları yapmak istedikçe gözleri döndü yüzdesel hesaplamayla örnek göstermek istemediğim hayvanların, kışkırtıldılar baştakiler tarafından, gidin saldırın demedi herkesin içinde ancak zor tutuyorum dedi tutmak istemediğini belli ederek. Yani senin katillerin belli ve bunu kendileri de biliyor. Sen ilk değilsin ve son da olmayacaksın. Çünkü sen de çoğumuz gibi boyun eğmedin bazı şeylere, zalimlere, zulmedenlere.

Benim asıl diyecek olduğum Ali yoldaş, gözün arkada kalmasın sakın. Annemizin yanına gitsem ona da diyeceğim şeyler vardı elbette ama O da seni merak etmesin. Senin gittiğin yerde senin gibi düşünenlerin anneleri de vardır, kimbilir. Senin bu dünyada bıraktığın sevgili annen, nasıl ki hepimizin annesi olduysa, bizim annelerimizin de sen evladı oldun orada.Sadece sen değil tabi, Ethem ve diğerleri için de geçerli bunlar.

Aslında diyecek çok şey var ama yürek dayanmıyor...

17 Haziran 2013 Pazartesi

Artık Sadece Mor Beyaz Değiliz


Gözaltına alınan Çarşı Grubu'ndaki yoldaşlarımız bir an önce serbest bırakılmalıdır. Her alanda, siyaset kokan burnunuzu soktuğunuz stadyumlarda, maçlarda, bahislerde ve sezon açılışlarında sporda siyasetin olmadığını vurgulayıp durdunuz. Bugüne kadar semtlerde, şehirlerde yüreğiyle iki rengi destekleyen insanların sevdalarını kullanarak siyaset yaptınız. Bugün gelinen noktada sokaklarda, parklarda ve meydanlarda verilen mücadelede sizlerin kirli oyunlarını temizlemekle uğraşan tek renkte omuzomuza mücadele veren tribün emekçileri derhal serbest bırakılsın.

Yurtsever insanlara terörist damgası vurmaya çalıştınız. Aydın insanları, avukatları, suçsuz günahsız çocukları, savunmasız kadınları, anamızı, babamızı çapulcu, Ata'mızı ayyaş yaptınız. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi hala meydanlara çıkıp bi taraflarının kılı olan insanları kandırdınız, eğitimsiz, bilgisiz, cahil insanların beynini, düşüncelerini sömürdünüz. Şiddet yok dediniz, Halka gerçekleri gösteren Ulusal Kanal'a, Halk TV'ye şiddet içerikli yayın yaptığı için cezalar kestiniz. Yok dediğiniz şiddetin görüntüleri şiddet sayıldı.

Biber gazı yetmedi, sıkılan sulara asit koydunuz insaları yaktınız, kafamızı nereye kaldırsak beton yığını görüyorduk gezilecek, görülecek yeşil alanlarımızı yıktınız, bayramları, seyranları unutturup insanları bıktırdınız. Halktan topladığınız paralarla halka biber gazı sıktınız, kuşları katledip, köpekleri bayılttınız.

Bre puşt, gözümüze uyku girmez oldu günlerdir, Taksim'i Kızılay'ı düşünmekten evimizi ocağımızı düşünemez olduk. Onlar orada mücadele verirken bizler sokaklarda sabahlayıp direnişleri destekledik, haksızlığa boyun eğmedik. İnsanlar sabah yürüyüşüne çıktıklarında sohbet ettik, dertleştik, fikirlerimizi söyledik.

Bizi öldürseler, İstanbul takımı taraftarları için kılımızı bile kıpırdatacağımız aklımıza gelmezdi ancak bu durumda Giresunspor taraftarlarıyla bile omuzomuza mücadele ederiz.

Halktan, kirli ellerinizi çekene kadar direniriz. Artık sadece mor beyaz değiliz.

Sosyalist Ordusporlular
facebook.com/SosyalistOrdusporlular
twitter.com/soLserbest

26 Nisan 2013 Cuma

Biri de çıkıp demiyorki, siz bunlara ne verdiniz?

Bir çekilme davasıdır sürüp gidiyor. 99 yılında yakalanan bebek katiliyle bugün gelinen noktaya bakıldığında durumların içler acısı olduğu apaçık ortada ancak bunu göremeyen işbirlikçiler suskun bir şekilde duruyor. Bu gelinen süreçte en büyük suçlu Türk Medyası'dır. Gerçekleri yazıp göstermek yerine padişah korkusundan yandaş habercilik anlayışıyla tarafsız haberciliğe devam ediyorlar. Açın televizyonları bakın, yapılan haberlerde neler yazılıp, çiziliyor? Biri de çıkıp demiyorki, durup dururken neden çekilsinler? PKK'nın silah bırakması için onlara karşılık olarak ne verdiniz? Sanıyor musunuzki terör durup dururken sonlansın, bitsin.

Benim arkadaşlarım da başta olmak üzere, sözde vatanı için ölen Ey Türk Gençliği'ndeki gençler olan biteni umursamıyor bile. Ben bunlarla uğraşırken, araştırıp okurken de boş işlerle uğraşma diyecek kadar kör olmuşlar.

Murat Karayılan denen katil bugün onlarca haber ajansını ayağına çağırıp Türkiye'nin geleceğiyle ilgili yapılacak adımlar hakkında açıklama yaparken, bizim padişahımız da milli içeceğimizin bira değil ayran olmasıyla ilgilendi. Ve üstü kapalı da olsa yine Atatürk'e O'nun dönemine laf uzattı. Cümlesine, milli içkimizi bira olarak tanıtanlar tek parti iktidarı zamanında bu işe başlamışlardır gibi bir cümle kurarak içindeki Atatürk düşmanlığını yine dile döktü.




Abdullah Öcalan yakalandığında çıktığı mahkeme salonunda yaptığı açıklamada kendi ağzıyla kullanıldım açıklaması yaptı. Türkiye üzerinde uygulanan dış güçlerin oyunlarına düşen sadece iktidardakiler değil, önderlik adı altında birleşip sözde kendi ülkelerini kurma peşinde koşan çoğunluğunu kürtlerin oluşturduğu pkk ve onların alt kollarıdır. Murat Karayılan'dan tutun da BDP adı altında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde milletvekili ünvanına sahip olan ve Atatürk'ün Meclisi'nde Atatürk'e hakaret eden insanlardır. Amerika başta olmak üzere bir çok ülke Türkiye'nin doğusundaki petrol rezervlerine sahip olmak için aç gözlülüğünü piyonları öne sürerek gösteriyor. 

Bugün ise ülkenin bölünmesi adına gerekli adımlar atıldı. Gelinen noktada kişisel görüşümdür büyük ihtimalle başkanlık sistemi gelecek ve Türkiye Birleşik Devletleri yapısıyla eyalet sistemine bölüneceğiz. Eğer farklı bir planları yoksa yakın bir zamanda Türkiye'nin sınırlarını genişletiyoruz diyerek Irak'ın kuzeyi de sözde Türkiye topraklarıymış gibi gösterip dünya üzerinde Türkiye bölünmüşlüğünü herkese gösterecekler. Zaten şu anda bile Amerika'da ve bir çok ülkede Dünya atlaslarında Türkiye haritasını bulun ve bir bakın. 

Bu ülke Atatürk gibi birinin çıkmasını bekliyor ama Atatürk bile Gençliğe Hitabesi'nde tek umudunun gençlik olduğunu vurguluyordu. Sakın unutmayın arkadaşlar, dağda taşta yaşayan pkklılar durduk yere geri çekilmez, demekki istediklerini aldılar. Ya Allah Bismillah diyerek böldüler. Allah büyük.

11 Nisan 2013 Perşembe

Orduspor A.Ş. İnşaat ve Ticaret Ltd Şti.


Şu anda şirketleşmeyi tamamlamış olarak Süper Lig'de 5, 1.Lig'de 3  takım bulunuyor.  Bunlar; Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray, Kasımpaşa, Trabzonspor ve Adanaspor, Çaykur Rizespor, Göztepe olarak sıralanmaktadır. Yaptığımız araştırmalar sonucunda, şirketleşme iyi planlanıp, geleceği görme konusunda adımlar atılırak yapılırsa sonucu şirket açısından iyi olan bir sistemdir. Sonucu her ne olursa olsun, bizim de tek istediğimiz daha iyi bir Orduspor'dur fakat bunu şirketleşmeyle yapmayı onaylamıyor ve istemiyoruz.
Bunlardan verebileceğimiz en iyi örnek Bursaspor'dur, Bursaspor A.Ş. değil, Bursaspor Kulübü olarak faaliyetini sürdürmektedir. Ve geçtiğimiz yıllarda yaşadıkları şampiyonlukla da Anadolu Kulüpleri istediği takdirde hedefine ulaşabileceğini kanıtlamıştır.

Bugün alınan karar doğrultusunda Orduspor'un hisselere bölünerek satılması, Orduspor; halka açılıyor adı altında duyurulmaya çalışılmaktadır. Orduspor Anonim Şirketi olduğunda, kulübümüzün hisseleri gerçek halka değil, paranın üstüne oturanlara satılacaktır. Ve bu konuda futbola siyaset bulaştırmamak gerekir. Siyasi parti üyeleri, yakınları ve onların adamları Ordusporumuzdan uzak tutulmalıdır. Gerekirse yol yakınken şirketleşmeden uzaklaşmalı, vazgeçilmelidir.

Orduspor bugüne kadar şerefiyle yaşadı, bugünden sonra da şerefiyle yaşayacaktır. Bu konuya istinaden atılacak bir adımın telafisi ve geri dönüşü olmayacağı gibi, Orduspor'un gerçek sahibi olan taraftarı da yapılacak hatalarla kendinize düşman edebilirsiniz. Şehrimizde yaşayan binlerce taraftarımız, 1. ligdeyken bile 19 Eylül Stadı'nı doldururken, Süper Lig'e çıktığımızda, gün geçtikçe stadımızdaki boş koltuk sayısı artıyorsa bunun sebebi renklere küstürülmüş taraftar değil, Orduspor Kulübü'nün kravatlıları ve onların yaptıklarıdır.

Siirt Jet-Pa, Vanspor, Malatyaspor ve İstanbulspor'da bir zamanlar şirketleşmişti.

Futbol, zengin insanların para uğruna yaptıkları yatırımlar değil, halkın coşkusu, taraftarın haykırmasıdır.

Yakından tanıdığınız Dünya Gazetesi Yazarı Tuğrul Akşar'ın yazısı Sportif AŞ'ler kulüplerin sonu mu olacak?

Ayrıca Adana Demirspor taraftarlarının yazdığı şu yazıyı da okumanız da fayda olacaktır.
Birçok boyutu olan "Şirketleşme" başlığının, ele alınabilecek her boyutunda ben kişisel olarak şirketleşmeye karşıyım. Tartışma boyunca gerek örnekler vererek gerekse temel olarak şirketleşmeye neden karşı durmak gerektiğini kendi bakış açımdan yazmaya çalışacağım. En baştan belirteyim, şuna inanıyorum: ismi FİFA, UEFA, TFF ya da başka herhangi bir şey olsun, şirketleşme mutlak suretle bir gün bize dayatılacaktır. Bu dayatma, futbolu daha da endüstriyel hale getirme amacından başka bir amaç taşımamaktadır. Bu dayatma, en çok bize -taraftarlara- zarar verecektir. Taraftarların, bu dayatmaya karşı direnme gücü vardır. Şirketleşme "olmazsa olmaz" değildir, reddedilebilir. Bunu yapacak güç bizdedir.

İşin tarihsel arka planına ve bir kısım örneklerine göz attığımızda, bir nevi "sihirli değnek"mişcesine algılanan şirketleşmenin aslında "o kadar da süper bir şey olmadığı" daha net ortaya çıkıyor. Şirketleşme ile ilgili en kritik noktalardan biri şirketin halka arz edilip edilmemesi ve borsada işlem görüp görmemesi. Bu koşulları sağlamayan şirketler, bariz bir biçimde "patron şirketi" olmak durumunda...

Şirketleşme ilk olarak İngiltere'de 1983'de Tottenham Hotspur tarafından gerçekleştiriliyor. Bunu, Manchester United takip ediyor. Tarihi bilgilere çok boğulmadan bir özet vereyim;

İngiltere'de Şirketleşme Deneyimleri

Manchester United: 2005 yılında şirket hisselerinin %95'i Amerikalı Malcolm Glazer tarafından satın alınır. Şirketin yeni sahibi, şirketi borsadan çeker. Bu satın almaya tepki duyan Manchester United taraftarları, "FC United of Manchester" adıyla kendi kulüplerini kurarlar, bu kulüp halen İngiltere'de amatör liglerde onurlu mücadelesini sürdürmektedir.

Chelsea: 2003 yılında Roman Abramavich tarafından satın alınır.Şirketin yeni sahibi, şirketi borsadan çeker. Rakip taraftarlar kulüple dalga geçmek için "Chelski" yakıştırmasını dile getirirler.

Leeds United, Bradford City, Bolton Wanderers, Leicester City, Nottingham Forest, Sunderland, Queens Park Rangers ve West Bromwich Albion yine şirketleşmesine rağmen hisselerini borsadan çeken kulüpler olmuştur. Halen İngiltere borsasında işlem görmeye devam eden yalnızca 12 kulüp bulunmaktadır.

İtalya'da Şirketleşme Deneyimleri

Fiorentina Şirketleşmenin ardından iflas ederek küme düşmüştür.

Lazio ve Roma Şirketleşmenin ardından iflasın eşiğine gelmiş, kulüp sahibinin maddi desteği ile durumu kurtarmıştır.

İtalya'da borsada işlem gören sadece 3 kulüp var: Roma, Juventus ve Lazio

Almanya'da Şirketleşme Deneyimleri

Almanya'da şirketleşmenin ardından halka arz edilen tek kulüp Borussia Dordmund olmuştur.

İspanya'da Şirketleşme Deneyimleri

İspanya'da kulüpler, faaliyetlerini dernek statüsünde devam ettirmektedir. Şirketleşen kulüp bulunmamaktadır.

Fransa'da Şirketleşme Deneyimleri

Şirketleşen kulüpler olmakla beraber halka arz edilen kulüp bulunmamaktadır.

Tüm bu bilgiler ışığında ben maalesef "şirketleşme halka daha yakın bir kulüp ortaya çıkarır" diyebileceğim bir örneğe varamıyorum. İspanya gibi bir ligde dahi tercih edilmeyen, diğer bir çok ülkede ise halka (taraftara) ulaşma anlamında başarısız olan bir şirketleşme kime yarar sağlayacak sorusu ortada duruyor...

Sihirli değnek, gerçekten sihirli mi? Bu işten kimler kar ediyor? İyi etüt etmemiz lazım...

Orduspor ne zamanki Orduspor A.Ş. olarak şirketleşmeye başlarsa zihnimde, beynimde ve kalbimde olan sevgimi artık sadece kalbimde yaşarım.

22 Mart 2013 Cuma

Adını Yitiren Şehir Ordu

Bugün değerli büyüğüm, müslüman dünyasının önde gelen isimlerinden biriyle karşılaştım yolda. Arabayı kenara çekip durmamla ayaküstü yaklaşık 20-25 dakika konuştuk, olandan bitenden, yanlışlardan, yanlışlıklarımdan. Doğru için nasıl olmak gerektiğinden kısaca her şeyden. Sonrasında, kalemi beni etkileyen İbrahim Dizman'dan konu açıldı. Devamını getirmeye gerek yok. Adını Yitiren Şehir başlıklı yazısı aşağıdaki gibidir. Ordu ismi artık sadece askeriyede kullanıldığında anlayacaksınız.

Büyükşehir Yasası ile , neredeyse yüzyıl önce  kazandığın  il merkezi olma niteliğini yitirdiğini biliyorsun değil mi Sevgili Ordu?
Artık sen bir ilçesin.  Seni vali değil, kaymakam yönetecek…
Anadolu’nun herhangi bir ilçesiyle aynı  yasal statüye indirgendiğinin farkındasın değil mi?
105 yıl önce, 1908’de il olmak için başvuruda bulunmuştun, olmamıştı. 1909’da  bir kurul yüzlerce imzalık dilekçeyle hükümete başvurmuştu, olmamıştı. Ertesi yıl yeniden denemiştin de bu kez Giresunlular da ayağa kalkınca olmamıştı. Sonra mutasarrıflık yapılarak durum idare edilmişti.
Birkaç yıl sonra, 1921’de, ülke ateş çemberi içindeyken, Kurtuluş Savaşı’nın en kritik günleri sürerken, ülkeyi bağımsızlığa kavuşturacak olan  1. TBMM,  Ordu’yu il, seni de  bu ilin merkez ilçesi  yapmıştı. Buna karşı çıkan komşu vilayetler, isyan eden ilçeler vardı. “Ordu  olsa olsa ilçe olabilir” demişlerdi.
Cumhuriyetin bir vilayeti olmayı hak etmek için ne çok çabaladığını biliyoruz Sevgili Ordu. Geçmişten gelen özgün tarihsel ve kültürel  altyapını iyi kullanarak, 20. yüzyılı uygar bir kent olarak tamamladın;  basının, festivallerin, tiyatroların, eğitim ve kültür kuruluşlarınla, bir ilin merkezi olmaya yakışır bir yüzyıl geçirdin.Bunun için nice yönetici, nice kurum, kuruluş emek harcadı; nice kültür ve sanat adamı ter akıttı.  Hepsini sevgiyle bağrına bastın.
Şimdi, hiç bunlar yaşanmamış gibi, 100 yıl öncesine, geçen yüz yılın başlarına  döndüğünün farkındasın değil mi Ordu?
Adını da yitirdiğini biliyorsun değil mi?
Sen ki Türkçenin tarihinden gelen ışıltılı bir sözcüğü ad olarak taşımıştın  kimliğinde. Yüzyıllardır hem de… Bütün dünya  senin adını anınca Kotyora’yı da Eskipazar’ı da Bayramlu’yu da anımsıyordu; bütün tarihi kapsıyordu adın. Kimse koymamıştı bu adı sana, dumanlı dağlarının yamaçlarında, derin ve yeşil vadilerinin içinde, ormanlarla kaplı yaylalarında yaşayanlar kendiliğinden vermişti bu adı; senin coğrafyanı severek yurt edinen Türkler vermişti bu adı. Ne yasayla ne zorla; kendiliğinden…
Bir özelliği daha var senin adının; bütün Karadeniz sahilinde Türklerin verdiği ve Türkçe olan tek addır Ordu. Her şeyi politik argümanlarla açıklamaya çalışan ama tarihten habersiz olanlar bunu nereden  bilsin!
Tarihin derinliklerinden gelen adını, birkaç saat içinde bir yasayla değiştirerek birkaç politikacının kişisel beğenisine kurban ettiler. Bunu unutacak mısın Ordu?
Şimdi adın siliniyor… Artık sen yoksun… Ordu diye bir şehir yok…
Gelecekte, adını yitirdiğin günleri yazmak isteyecek tarihçileri bekle Ordu; asıl onlar konuşacak. Çünkü  biliriz ki adı Hakikat, soyadı Tarih olan tanık en son konuşur!
Ben sende doğmadım; ama arşivlerin tozlu raflarında, gazete ve dergilerin sararmış sayfalarında, unutulmuş anıların  izinde  seni bilmeye, ruhunu anlamaya çalıştım, yaklaşık 27 yıldır; yani ömrümün yarıdan fazlasında. Ve fırsat buldukça seni yazdım.
Ben Ordu’yu yazdım. Artık  Ordu yok ki… Bu kenti ve bu kente yazmanın bir anlamı kaldı mı?

İbrahim Dizman | Ordu Kent Gazetesi
http://www.ordukentgazetesi.com

19 Şubat 2013 Salı

Sosyalizm ve Karadenizm


Bu konuda bir şeyler söylemesek olmaz herhalde. Sonuçta içinde bulunduğumuz şehrimize karşı sorumluluklarımız var. Şimdi bizim doğru bildiğimiz gerçekleri de biz sıralayalım. Bir de bu yönden değerlendirin okuyacağınız bu uzunca yazıyı.

Yazımızın içeriğinde TKP, CHP, AKP, BDP, HDK ve bunun gibi siyasi kimlikler, sivil toplum örgütleri görebileceksiniz. Önce bu işin başına dönelim ve BDP, ya da terörist olarak algılanmayan adıyla HDK diyelim. Özdil'in de dediği gibi artık böyle oluyor, bebek katili kimliğini silip imralı kimliğini oluşturanlar bunların asıl zeminini hazırlayan bölücülerin ta kendisidir. Ki zaten bu ülkeyi bölenler aslında her gün dizilerini, filmlerini, magazin haberlerini izlediğiniz televizyon programlarıdır. MHP Hakkari'ye gidebiliyorsa, BDP'de Karadeniz'e gidebilir diyen biri bu ülkeyi çoktan beyninde bölmüştür. Sosyalist bir beynin MHP'yi savunması çok saçma gelebilir ama MHP yapısal olarak hiçbir zaman bebek katili olmamış, savunmasız insanları kaçırmamış insanlardır. Yok mudur hataları? Belki hatırlayamayacak kadar çoktur. Ama bu konuda MHP ile BDP'yi bir tutabileceğimiz bir nokta varsa o da Milliyetçi yapılarıdır. Kimse çıkıpta BDP'yi sol bir parti olarak tanımlamasın, sol parti olarak yazmasın, çizmesin. Ve onların sözde barışçıl yaklaşımlarını iyi niyetli bir şekilde göstermesin. BDP'nin Karadeniz gezisi başından bu yana provokasyondur, her ne kadar yandaş medya bunu böyle göstermese de. AKP ve BDP'nin ortaklaşa çalışması aslında onların istediği gibi gitti. Amaç, Karadeniz'e gitmek orada olay çıkması ve bu olaylarda ezilen taraf olarak gözükmekti ki onlara göre bu öyle de oldu. Artık Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu Bölgesi'nde oyunda artış olacaktır. AKP'nin yıllardır yapmış olduğu politikayı kendileri de yapmaya başladı. Acındırma politikasıyla insanların gönlünde bir yerler kazanmaya çalıştılar. Akıllarında soru işareti olanların beyinlerini belki de kendilerine çektilr kimbilir.  Herkes bilmiyor muydu bunların olacağını, bal gibi de biliyordu.

   Dün gece CNN Türk'te Tarafsız Bölge programının ( Ahmet Hakan'ın ) konukları; Mehmet Metiner, Emre Uslu, Celalettin Can ve Enver Sezgin bir şeyler söylediler, onları dinledim bir müddet. Bi ara tartıştım, küfür ettim sanki karşımdalarmış gibi. Taraf Gazetesi yazarı Emre Uslu şöyle bir şey söyledi: "BDP'liler kaçırılan ve Kandil'de tutulan genç kaymakamı ve polisi Kandil'den alıp Karadeniz'e getirseydi Karadenizliler BDP'yi bağrına basardı." Adamım diye ortalıkta dolaşan Uslu'ya birileri Karadeniz'i anlatmalı. Eski CHP'li, TKP'li, sonrasında İşçi Partili daha sonra sadece Bireysel Sosyalist Partisi (böyle bir parti yok tabiki) üyesi olarak tüm içtenliğimle söylüyorum. Onlar, bırakın kaçırılan 2-3 kişiyi getirmeyi 1.000 kişiyi getirseler dahi Karadeniz hiçbir zaman vatan hainlerinin yaşamasına izin vermeyecektir. Ki Sebahat Tuncel denen şerefsizin elinde sözde bir haritayla fotoğrafı hala dururken Karadeniz'e gelmek ne demektir? Karadeniz'li olmayan anlayamıyor demekki bizi, öfkemizi, içimizi.

   Belki bunları burada yazmak hoş olmayacak ama benim en yakın arkadaşım yıllardır sandıklarında duran silahı temizleyip eline alıyorsa bu durumun ciddiyeti anlamamak ya da anlamamazlıktan gelmek sadece bölücülere, kıblesi amerika olanlara yakışır. Tüm samimiyetimle söylemeyelim ki ben de her şeyi göze alarak bu uğurda can alırım.
   Kimileri de twitter'da, facebookta BDP, AKP ve birlik beraberlik savunucusu olmuş bir şekilde 'Kürtler Karadeniz'e giremez'  muhabbetiyle bu konuda bilgi sahibi olduklarını göstermeye çalışıp, bu Karadenizliler kürtlerin Karadeniz'e girmesini istemiyor imajı vermeye çalışıyor. Hal böyleyken bir önceki örneğimde beline silahını takan arkadaşım kürt düşmanı olsa her yıl bahçeleri için çalışmaya gelen fındık işçilerini sokmazdı şehrine. Ve Karadeniz'i bilmeyenler, çalışmaya gelen fındık işçilerine kalmaya ev, yemeye aş verdiğimizi bile bilmez. Konuşup dururlar, onları dinleyen gördüğü kadarıyla bilgi sahibi olanları arkalarına takıp dolanırlar it sürüsü gibi.

   Olayların son gününde birileri çıkıp tüm bu olanlardan CHP'yi suçlarsa da tüm bu olanların arkasında bir oyun daha ararım.

   Tüm bu olayların sonunda TKP'nin BDP savunuculuğu yapıp onlar için yürüyüş yapması da aklımdaki soru işaretlerini hemen eritti. Ordu TKP örgüt binasına gittiğim günler için kendime lanet okudum. Fidangör'de TKP broşürleri dağıtan ben, Fidangör'de TKP broşürü dağıtanlara gereken cevabı vermesini de bilirim. Bu yüzden siyaseti büyük bir oyun parkı, siyasileri de birer oyuncu olarak görüyorum.

Sevgiyle ve hep sol'da kalın...